Unutulur değil mi zamanla… yaşanan olaylar, duygular, duygular adı altında sakladığımız sevgi, öfke, sinir, nefret. Geçmişin geleceğe getirdiği duygular, gelecekten alıp götürdüğü yaşanmışlıklar. Duyguların insanlara yaptırdıkları ve verdiği zararın boyutunu görmeye başladığınızda hayatın gerçek yüzünü anlamaya başlıyorsunuz. Şan, şöhret, para gibi şeyler bir yana alındığı zaman insanın asıl hayatının merkezinde duygular var. Geçmişte yaşanılanlar, kendin için affedemediğin veya kapatamadığın zaman bugün olduğunuz ya da gelecekte olmayı planladığınız kişiye hükmediyor durumda olacak. Belki kimisi için bastırılmış duygu, kimisi içinde kötü yaşanmışlıklar olarak adlandırılabilir.

Hayatımız boyunca kendimizi bulana kadar duygularla sıkışmış bir odada olduğumuzu düşünelim. Bu odanın içinde doğduğunuz zamandan, bugüne kadar hatırlamadığınız her olayda dahil olmak üzere tüm duygular iyisi ve kötüsüyle sizinle birlikte. Yeni bir gün, yeni bir olay yaşadığınızda size tanıdık gelen bir kısımdan dahi geçmişte hissettiğiniz o duyguyu tekrar “yeni” olan duygunun içerisine katabilirsiniz. Bu şekilde devam ettikçe dört duvar arasında döngü tekrar ve tekrar devam eder. Hayatınız boyunca sizi rahatsız eden şeylerle birlikte bir odada kapalı kalmak ister miydiniz? Yoksa bulunduğunuz odanın içerisinde, duygulardan arınmayı başararak kendinize yeni bir pencere mi açarsınız? İkinci seçenek zor olabilir evet, ama yaşanılan şeyleri karşınıza nasıl alıp ne şekilde değerlendirdiğinize göre değişir. Yeni bir dil öğrenirken, kurduğumuz cümlede yanlış olanı bulup düzeltmek gibi. Ya da yürümeye öğrenmeye başladığımızda yere düştükten sonra, baştan denediğimizde daha sağlam ve düz adımlar atmaya çalışmak gibi. Her şey gözümüzde ne kadar çok büyüttüğümüze göre değişir. Dört duvar arasında kapalı kaldığınız odanın, nemlenip küflendiğini ve odanın hiç ışık almadığını hayal edin. O odaya bir pencere yaptırdığınız zaman, içeriye temiz hava ve gün ışığı girecek.

Aslında hayatta yapmamız gereken şey belli. Bize öğretildiği kadar duygularla iç içe olmamalıyız. Öyle bir zaman geliyor ki tamamen bağımlısı olmuş oluyoruz. Karşıdaki insanı kendinden de çok sevsen, yaşanılan şeylerin sonucunda ondan kopamıyorsun. Sana zarar verdiğini bilsen de, onun yüzünden yitip gittiğini farkında olsan da. Kalp her şeyi bir anda bırakmıyor, çevredeki kişiler baktığında öyle gözükse bile zamanla adım adım vazgeçiyor her şeyden. Geriye dönüp kendim için baktığımda, bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum her seferinde. Duygu denilen şeyin bir yararını görmedim, göreni de görmedim. Bir gün yaşadığım mutluluğun ardından iki gün üzüntü yaşayacaksam eğer, o üzüntüyü kabullenip yoluna bırakmayı ve kısa tutmayı tercih ederim. Asla yarınını bilmediğimiz bir günde yaşarken, neden bize verilen tüm günün ( tüm günü harcayacak vaktimizin olup olmadığını bile bilmeyerek, sadece tahmin üzerinden ilerlerken) kötü şeylerin peşinden gitmesine izin verelim? Hem sadece kötü şeylerin peşinden gitmesi de değil, belki de o kötü şeyler yüzünden sevdiğimiz birçok insanı da hayatımızdan alıp gidebileceği gibi.

İnsan kendini terbiye etmediği her vakitte, önce kendisi ve sonra çevresindeki herkese zarar vermeye başlar. Bu kez yaşantınızı sığdırdığınız o odanın içinde tek kişi değil, birçok kişi sıkışmaya başlar. Bağrışmalar, karşılıklı söylenen hakaretler, şiddet içerikli her türlü eylemler ten üzerinden temas olsun ya da olmasın söylenen bir kelime bile insanın ruhuna temas edebildiği için bugünün olayı geleceği parçalar. Bu şekilde ilerledikçe olması gereken gelecek, bizi beklediği yerde parçalanmaya başlar. Zamanı geldiğinde ona ulaştığımız zaman orada olmayabilir. Yüksek ihtimalle de olmaz. Sizi parçalayan, kıran, zarar veren bir kişiyi bekler misiniz? Evet, insanız. Belki de kimisi bekler, ama size zamanında bunu yapan gelecekte de yapacaktır.

Umalım ki, hayatımızdaki her yaşantıya sahip insan odasının içinde dışarı bakan, güneşi gören, temiz havanın girdiği bir pencere açar kendine…