İnsan hayatının her yerinde, belki de günün çoğunda bir şeylerden vazgeçerek dakikalarını geçiriyor. Peki neden? Önümüzdeki süreçlerde yaşayacağımız büyük değişimlerin sonuçlarından vazgeçmek için mi? Aslında belirli dönemlerde önümüze belirli olaylar çıkar, değil mi? Hatta sürekli kendimize, neden bu olayı tekrar yaşıyorum diye sorduğumuz da olur. İşte belki de vazgeçmenin tam olarak başlangıç noktası burasıdır. Vazgeçmemiz gereken şeyleri fark etmediğimiz için, hayat tekrar tekrar aynı şeyi bize hatırlatıyor olabilir. Güneş’in, Ay’ın tutulması, Merkür’ün retrosu ya da başka bir olay. Vazgeçmek ve küllerimizden yeniden doğmayı öğrenmek zorunda bırakılıyoruz. evet, zorla da olsa öyle.

Vazgeçmenin sonucunda ne olduğunu ya da ne kazanacağımızı bilmeden uzun bir süreç içerisinde vazgeçmeye çalışıyoruz. Belki kabullenememiş olmanın sonucu, belki artık zamanın boş yere geçtiğini düşünmek ya da yeni kapılara yolculuk etmek, hepsi olabilir. Vazgeçmenin yolu Anka Kuşunun enerjisine de benzer. Vazgeçtiğimiz zaman, yeniden bir konu hakkında doğum yaşarız. Belki de direkt yeniden doğumun başlangıcıdır. Çünkü, vazgeçerken hissettiğin acı ile, yanıp kül olursun ve bu acıyı iliklerine kadar hissedersin. İşte o zaman kaderinde olan dönüşüm tekrar başlayabilir. İstediğin kadar ağla, dövün, üzül ama yapmak istediğin şey için pes etmediğin sürece o olay gerçekleşecek. Yaşanılan her dönüşüm, insanın hayatına kudreti ve parlaklığı sunar. Önemli olan bu sonuca ulaşabilmek. Bunu yazarken gökyüzün de yaşanacaklara bakarsam, yakında Akrep burcunda bir Ay tutulması olacak. İşte, içimdekilerin şimdi dökülme sebebi belki de budur. Çünkü Akrep yeni bir dünyanın kapısıdır.

İçimizde yapmak istediğimiz şeye karşı bir huzursuzluk, sıkıntılı hissettiriyorsa eğer aslında tam olarak karar vermediğimiz ve bu duruma karşı direndiğimiz anlamına da geliyor. Sıkıntılı duygulara bakıp, neyi bırakmamız gerektiğini, içimizde biriktirdiğimiz o kötü duyguları salmamız gerekiyor. İster camdan dışarı bakıp, uzun uzun çevreyi izleyerek. Ya da akşam karanlığı çöktüğü vakit dışarı çıkıp kendini rahatlatacak bir yürüyüşe başlayarak. İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman otomatik olarak ne yapmak istediğini buluyor. İnandığımız şeylerin peşini bırakmadan, emin adımlara ihtiyacımız var.

Yazdığım şeylerin çoğu ne kadar da insanın aklına, yaşamına ilk başta zor ve imkansız gelen durumlar da olsa da zaman ile alışmak zorunda kalıyor. İçimizdeki o kötü duygulardan vazgeçtiğimiz zaman, gerçek benliğimize ulaşabiliriz. O zamana geldiğimizde ise, hayatımızda vazgeçmek denen bir kavram kalmaz.

“zayıf karakterli insanların, yaşamlarını sürdürmek için kindar duygulara ihtiyacı vardır.Dücane C.

Vazgeçmeyi pes etmek ile karıştıranlar olacağına da eminim. Aslında ikisi farklı bir boyut, vazgeçmek; aklına koyduğun kişi, duygu, olay ya da başka bir şey. Zaman ile sonuçlarıyla yüzleşip, hayatımızdaki enerjinin dışına atmak yani hayatımızdan atmaktır. Pes etmek ise, uğraşamamak, belki de hayatın getirdiği olaya karşı yenildiğini kabul etmek ve geri çekilmek. Aslında bu olayı yine doğaya bağlamak istiyorum. İlkbahar gelir, tüm ağaçlar kendini göstermeye ve yaşamına devam eder. Zaman ilerler ve sonbahar geldiği zaman, ağaçlar bir değişime uğrar. Tüm yapraklarını dökmeye başlar, peki pes mi eder aslında? Hayır. Bir sonraki sezonu gelene kadar vazgeçer çiçeklerini açmaktan. Tekrar ilkbahar geldiğinde kaldığı yerden tekrardan çiçeklerini açar ve yeryüzüne en güzel renklerini vermeye başlarlar. Sadece bir süre boyunca, çiçeklerini tekrar açmak ve bunun için kendini zorlamaktan vazgeçer. Aslında kendine ve yaşamına saygı duyar. Bunun gibi doğada birçok örnek olduğuna eminim, doğanın kendine gösterdiği bu şansı insan olarak kendimize vermeliyiz.

Yapmak istediğimiz şeylerin arasında sıkışmak, devam etmek isteyip edememek, geri dönmeye çalışmak ama başaramamak. Dönüp yaşanılan her şeye baktığında, inanmak istediğin duygulara inanamamak, varlığını bile kabullenememenin ne kadar zorladığını düşünün. Devam etme isteği aslında içimizde sürekli yanmak isteyen bir kıvılcım gibi dolanırken, bir yandan o isteğin içinde boğulmaktan korkmak vardır. Kaçmak istediğimiz ve kalmak istediğimiz yer aslında aynı. Her ikisi de insanın, yani senin kendi gerçekliğindir. Pes ederek gittiğin şey, aslında kendin. Kaçmak istediğin şey aslında insanın kendisi. Hayat bir kere daha bunu hatırlattığında, aslında tüm yorgunluğu tekrar hissedersin. Kendine sor, hiç yorulmadın mı? Düşmeyecekmiş gibi yaşamaktan. Tükeniyorsun zamanla boğuştukça. Düşmeden kalkmaya çalışmanın yollarını arıyorsun. Kendinden kaçamayacağın için, olayları yaşayıp gerektiği durumda vazgeçmek en zoru olarak da gözükse en güzeli olacaktır.

Zorla tutunmayı, olduğun yerde o şekilde bir şeylerin değişmesini beklemeyi bırak. “En çok kaçtığına tekrar bak, o senin asıl en derin gerçekliğin…”

Döneriz bir gün eski şehirlerimize de,
eski ilişkilerimize döndüğümüz gibi tıpkı;
Biraz pişman, biraz naçar…
Bir zamanlar dolu düzgün bağlandığı tutkulu aşkları asla unutamadığı gibi insan,
Bir zamanlar koynunda tutkuyla yaşadığı şehirleri de unutamaz hiç..
Ondandır nereye gitse, vazgeçemediği kitaplar gibi, o şehirleri de götürmesi beraberinde
Çünkü orada izleri vardır;
Havasında nefesi, metrosunda parmak izi, kaldırımında adımı,
Yastığında gözyaşı…
Kaç pozu çekilmiştir ünlü meydanlarında kim bilir…
Kaç ışıklı geceyi canı çekmiştir.
Dili kaç posta pulunu ıslatmış, kaç parkta kaç kuğuya dert anlatmıştır.
Yaşadığı kenti kim bilir kaç kez sevmiş, kaç kez nefret etmiştir insan…
Kaç kez kaçmış, kaç kez geri gelmiştir,
Tıpkı eski bir aşka döner gibi özlemden tutuşarak,
Biraz pişman, biraz naçar…
Anladım ki severken vazgeçmek cinayettir…
Ve biz her suçlu gibi sonunda cinayeti işlediğimiz yere,
Severken terk etmek zorunda kaldığımız şehre döneriz bir gün;
Tıpkı severken vazgeçtiğimiz eski sevdalının telefonunu çevirir gibi gece yarısı…” Can Dündar